araç olarak mesafeler

sabitler dururdu ve mesafeler hep ‘kaygan zemin’lerde

ÖZET

 

Kurulu ve süregiden bir düzen içinde yaşarken, bu düzen hakkında düşünmek, farkındalık yaratmak ve söz söyleyebilmek az da olsa dışarıdan bir bakış gerektirir. Yazıda, bakışı sağlayan dışarı çıkmanın, mesafe oluşturmanın veya varolan mesafenin kullanılmasının farklı şekilleri üzerinde durulmuştur.

1. Adorno, ‘Kültür Endüstrisini Yeniden Düşünürken’ adlı yazısında kültür endüstrisinde statükonun insanlara dayattığı bağlayıcı bir düzen düşüncesinden ve standardize edilmiş bir çevre içinde sorgulamadan verileni yaşayan bir kitleden bahseder. Kültür endüstrisinin karşısına koyduğu sanat ise ‘eleştiri uygulayabilme konumu’ elde edeceğinden, gelecek için bir ‘öteki’ üretir(Dellaloğlu, 2003). Bu üretim sürecinde sanatçıyı farklı kılan yarattığı bakış açılarıdır. Yine Adorno’nun Minima Moralia’da bahsettiği üzere “perspektifler oluşturulmalı, öyle perspektifler ki dünyayı yerinden uğratsın, yadırgı kılsın, onu bütün çatlakları, kırışıklıkları, yara izleriyle birlikte bir gün mesihin ışığında görüneceği gibi sefalet ve çıplaklığıyla göstersin”. Dolayısıyla eleştirelliğin bir ölçütü, nesnesiyle arasına koyduğu mesafe olabilir. Sabit düzenin içinden sıyrılmak ve ona karşı konumlar alabilmek önemlidir.

2. Sadece eleştiri üretme sürecinde değil, başka yaratım süreçlerinde de mesafe sayesinde deneyimler yeniden tasarlanabilir, gerçeklik sorgulanabilir. Çünkü farklı bir noktadan yeni bir bakış açısıyla bir ilüzyon da yaratılabilir ve bir şeye inandırma bir mit yaratmaya da dönüşebilir(Parcell, 1994). Bu bir yandan da herkesin her şey hakkında kafasında oluşturduğu imgeyle ilgilidir. Olmayan ve yeni bir şey için bir imge yaratmak daha kolay olmakla beraber, sabit imgelerin dönüştürülmesi ancak daha güçlü perspektifler sunmakla gerçekleşebilir. Orhan Pamuk’un Yeni Hayat kitabının meşhur ilk cümlesinde olduğu gibi (‘bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti’) yeni bir inanç sahibi olunca insanın çevresindeki düzene bakışı tamamen değişir. Ve sonrasında kitapta olduğu gibi ‘yeni’ arayışı başlar.

3. Mekansal olarak ise mesafe başka yerlerle ilişki ve hapsolma duygusuyla eksiklik ve mahrumiyet kavramlarını sorgulatabilir. Varolanın yetersizliğini hissedip daha iyisini ve idealini dışarıda arama konusunda taşra ve merkez arasındaki gerilim örneklenebilir. Çünkü taşrada hep daha iyi bir düzenin hayali kurulur ve iyi, güzel, doğru olan hep dışarıda aranır. Bu bakış açısıyla merkez, ulaşılması gereken yerdir. Merkezdeki bakış açısı ise daha büyük merkezlere yönelmiştir, rakip veya daha büyük merkezlere gitme, ya da onları taşıma üzerinden gelişir. Yani sonuç olarak merkez de başka bir boyutta taşralaşır ve bir hiyerarşi içine yerleşilir.

Bu örnekler çeşitlendirilebilir ve farklılaştırılabilir ancak her koşulda yaratılan veya varolan mesafe bir ‘aura’ yaratır. Fakat aura da zaman içinde değişime uğrar ve mesafe, bir bakış açısı olmaktan öteye geçerek bir denge ve temsil aracına dönüşür.

 

 

 

ANAHTAR KELİMELER

 

mesafe, eleştiri, perspektif, taşra, aura 

 

İçinde yaşadığımız düzeni hazır ve değişmez olarak kabul etmeyip keşfetmeye çalışmak, onun hakkında düşünmek ve gerektiğinde değiştirmek ona farklı bir bakışı gerektirir. Bu bakış mutlaka belirli bir mesafeden olacaktır. En basitinden bir anlama çabası, kendini konumlandırma, dünyayı keşfetme, inanç ve görüş sahibi olma, iletişim kurma, ve en önemlisi eleştiri yapma bu belirli mesafelerden geliştirilen bakış açılarıyla gerçekleşir. Tarihin oluşmasından gündelik hayatın işleyişine, iktidarların yarattığı imgelerden kentlerin oluşumuna kadar pek çok konu mesafe kavramı üzerinden incelenebilir. Ancak hepsinde bulunan ortak nokta, bakışı geliştirme, kullanma ve algı üzerinden bulunabilir. Bu bazen gidişatı iyiye çevirirken ve olması gereken durum olarak sunulurken, bazen de bir sorun kaynağı olarak ortaya atılır. Bir eleştiri yöntemi olarak bu farklı bakış açılarının oluşma süreçlerinin incelenmesi ve karşılaştırılması bir sorunsal olarak saptanmıştır. Bu yazıda üzerinde durulacak kısmı üç çeşitleme üzerinden, mesafe yaratma olarak ‘dışarı’ çıkma kapsamında sanat ve eleştiri arasında, mesafe alma, geliştirme ve değerlendirme olarak sanat eseri ve birey arasında ve varolan mesafeyi kullanma açısından ‘dışarı’dan mekanlar arasında nasıl ele alındığı oluşturacaktır.

 

Carlo Ginzburg’un Tahta Gözler adlı kitabı farklı mesafe çeşitleri üzerine düşüncelerinden oluşur. Bu kitapta üstünde durulan daha genelgeçer kabul edilmiş ve bugün sabit ve hazır olarak ele alınan imgelerin oluşum süreçleridir. Nietzsche, Marx, Descartes, Leibniz, Adorno gibi düşünürlere de değinilerek bakış açıları yorumlanır. Fakat güncel eleştirinin ve bağlantılı olarak sanat eserlerinin değerlendirilmesi Adorno’nun Kültür Endüstrisi tanımı üzerinden izlenebilir. Totaliter toplum yapısı içinde genel-tikel arası denge kurulumu ve bireyin kendisini yapılandırması gibi nasıl bir sistemin neden dışına çıkıldığını anlamak için önemlidir. Ayrıca Adorno’nun Benjamin’e atıfta bulunarak kültür endüstrisinde yitirildiğini düşündüğü ‘aura’ kavramı da mesafe konusunda geniş yer tutar. Esasen sanat eserleri için geliştirilen bu kavram, farklı kavramları birbirine bağlamada kullanılabilir. İmge, temsil, uzaklık ve algı, aura ile bağlantılı olarak incelenebilir. Bakış açısının somut anlamda mesafeyle buluştuğu örnek ise Parcell’in yazısında panoramik bakışlarda ve geniş manzaralarda görülebilir. Burada önemli olan hem kişinin alacağı mesafenin önceden tasarlanması hem de yaşayacağı deneyimin, oluşturacağı imgenin kontrolüdür. Uzaktan görülen/gözlemlenen yerler üzerine oluşturulan imajın yanı sıra, görülmeden ‘uzak’ ve ‘dışarı’ olarak kabul edilmiş yerler için de üretilmiş hazır imajlar ve fikirler mevcuttur. Bunların önyargıya ve tartışılmaz verilere dönüşmesi bu yerlerin ‘aura’sının yeniden değerlendirilmesiyle sağlanabilir. Bu bağlamda birbirinden ayrılan fakat sonrasında birbirinin tamamlayan kavramlar tartışılacaktır.

 

1.mesafe yaratma olarak ‘dışarı’ çıkma

Adorno’nun Kültür Endüstrisi bireyleri yalnızca tüketici olarak tanımlar ve sistemini onları kuşatmak üzerine kurar(Dellaloğlu, 2003). Böylece birey sistem içinde kaybolacak ve kendi benliğinin oluşmasına izin verilmeden ele geçirilecektir. Bu durumda kendi özerkliğini yaratabilecek bir alan olarak sanat ortaya çıkartılır. Adorno’ta göre, “perspektifler oluşturulmalı, öyle perspektifler ki dünyayı yerinden uğratsın, yadırgı kılsın, onu bütün çatlakları, kırışıklıkları, yara izleriyle birlikte bir gün mesihin ışığında görüneceği gibi sefalet ve çıplaklığıyla göstersin”(1998). Ona göre bunlar düşüncenin görevidir: “(…) çünkü varoluşun menzilinin dışında duran, bir milim bile olsa dışında duran bir bakış açısını gerektirir(…)düşünce, koşulsuz olan adına kendi koşulluluğunu ne kadar yadsırsa, dünyaya da o kadar bilinçsizce ve dolayısıyla o kadar yıkıcı biçimde teslim eder kendini”(1998). Bu şekilde birey de içinde yaşadığı sistemi görebilecek bilince erişebilir ve kendisini yeniden yapılandırma sürecine girerek eleştirel ve sorgulayıcı bir bakış elde edebilir. Burada genel durum içinde tikel olarak hareket edebilme, çevreyi kavrayarak katılımcı olma ve gerektiğinde de katılmama iradesi gösterme önemlidir. Bu da ancak yaşanmakta olan gerçeğin sağlıklı bir şekilde değerlendirilebilmesiyle sağlanır. Fakat mevcut durumun farkındalığı, mevcudun dışına çıkarak gündelikten ve alışkanlıklardan uzak bir gözle bakılmasıyla gerçekleşir. Kişinin bu konumu almasında eleştirel sanat etkili olabilir. Çünkü rutin düzen, hayatın normal akışı içinde farklı konumlanmalara götürecek boşluklar açılmasına izin vermez. Bu nedenle oluşturulan küçük de olsa bir sorunun çoğaltılması kişinin yer değiştirmesine olanak sağlar ve özerkleşmeye giden yolu açar. Bu şekilde mesafe, içine düşülmüş durumu aydınlatır, tek ve sabit bir elden denetlenebilirliğe karşı kişisel güçlerin farkındalığını artırır, yer değiştirmeleri çoğaltır ve etkileşimli, canlı bir sürekliliği olan bilinçli bir toplum yaratır.

 

2.mesafe alma, geliştirme ve değerlendirme

Üretilen sanat eserinin gücü ve mesafe alma yöntemi bireyin tutumunu etkiler. Sunulan imgeye yaklaşım bireyin kendisine kalmıştır. Bu noktada çoklu ve çeşitli bir mesafe alış ortamı değerlendirilmelidir. Çünkü ona göre sanat eserleri de duruşlarıyla birbirinden farklılaşır, kendi içinde kişiselleşir ve kendi çevrelerini oluşturur. Bu biraz Adorno’nun tarif ettiği kültür endüstrisi sisteminde totaliter iktidarların iletişim politikasına benzese de, bireyleri seçimlerinde serbest bırakma konusunda onlardan ayrılır ve eleştiriye mesafeli yaklaşma olarak tanımlanabilir. Görülen/okunan/tespit edilen ve başka birinin gözünden yorumlanan bir durumu bireyin kendi bakış açısına nasıl kattığı ve öncelikle kendisine ne yakınlıkta gördüğü, sonrasında ise ne yakınlıkta tuttuğu ile ilgilidir. Bunun farklı boyutlarına örnek olarak ilk bakışta etkilenmenin ve içine çekilmenin sonucu olarak ilüzyonları ve sihri gösterebiliriz(Parcell, 1994). Çünkü bu örnekte yanılsama ile bakış açıları yönlendirilebilir ve kontrol kaybedilir, gösterilenin etkisi altına çok kolay girilir. Bakış açılarını değiştirebilme potansiyelinin gücü sanat eserinin oluşum süreci ve sanatçının nasıl bir yol izlemesi gerektiğiyle ilgilidir. Ancak bu sürecin sonuçta yaratmak ve ulaşmak istediği nokta sanatsal bakış açısıyla değerlendirilmelidir. Hegel’in değindiği gibi “eleştirmenin ‘sanatçı ne yapmalıdır’ sorusunu sorması her zaman büyük bir hatadır, ‘sanatçının yapmak istediği nedir’ veya ‘sanatçının ne yapması gerekiyor’ diye sormak çok daha doğru olur”(Ginzburg, 2009). Sonrasında etkilenilen ve yorumlanan şey ise her kişide farklı gelişir: “Tümevarımı sağlayan, sonuca götüren nesne yine de kendisinden söz ettiği yazar değil ama daha çok bana kendisi hakkında söylettiği şeydir: ben onun izniyle kendi kendimi etkilerim: Onunla ilgili olarak söylediğim şey beni, aynı şeyi kendimle de ilgili olarak düşünmeye (ya da düşünmemeye) zorlar, vb.”(Barthes, 2006). Etkilenme mesafe alma konusunda belirleyici bir faktördür. Görülmemiş, yeni, değişik bir şey merak artırıcı bir şekilde sunulduğunda ilgi kendiliğinden oluşur, ilginin sonucu olarak mesafe azalır fakat tutum ve tavır alma söz konusu olduğunda kolay kabul görmeme ve ‘dış’laştırma daha yaygın bir şekilde gözlenir. Bir başka örnek Orhan Pamuk’un Yeni Hayat kitabının meşhur ilk cümlesinde olduğu gibi (‘bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti’) içinde yaşanılan düzeni temelden sorgulatabilir ve ‘yeni’ye doğru bir arayışa sürükler. Kitabı okuduktan sonra apayrı bir dünyaya giren baş karakter Osman artık alıştığı düzende yaşamayı sürdüremez: “Bir süre televizyona baktım. Oradaki dünyaya girebilirdim belki; belki de televizyonu bir tekmede patlatırdım. Ama seyrettiğim bizim evdeki, bizim televizyondu; bir çeşit tanrı, bir çeşit lamba.” ve yabancılaştığı çevresinden uzaklaşıp bir yolculuğa başlar. Çünkü artık okumadan önceki gibi hali düşünemez: “okuya okuya benim bakışım kitabın sözlerine, kitabın sözleri de benim bakışıma dönüştü.” Bakış açısının anlık değişimi bireyi alışkanlıkları ve kişisel düzeni ile arasında somut olarak da mesafe koymasına yol açabilir. Burada, somut ya da soyut, kritik olan mesafe alma gücünün kontrolü ve farkındalığıdır. Sorun yaratacak şey durağan ve sürekli aynı mesafede kalmaktır. Çünkü kişinin deneyimlerinin çoğalması ve değişebilmesi için sürekli hareket halinde olması gerekir. Aynı şekilde benzer konulara eğilen yazarların yaklaşımlarının değerlendirilmesi, yazarların aldıkları pozisyonlarla gerçekleşebilir. Örneğin mimarlık eleştirilerinin mimar olmayanlar tarafından yapılmasının yaygınlaşması  mimarların kaçırdıkları bakış açılarından ve esneklikle ‘dışarı’ya çıkıp bakamamalarından kaynaklanır. Bu tip farklı görüşlerin toplanması, üzerine konuşulan alanı zenginleştirir ve kendi içinde yitip gitmesini engeller. Bu da aslında bir tür açıklığı gerektirir.

 

3.varolan mesafeyi kullanma

Bir başka tür olarak varolan mekansal ve somut mesafe ise, kişiye önceden belirli konumlar vermiş, anlamlar yüklemiştir. Bunun sonucu olarak bireyler içinde yaşadıkları çevrenin önceden oluşturulmuş karakterini ve ona atfedilen değeri sahiplenmiştir. Yaratılan bu imgesel ‘kabuk’ onlara ortak bir bakış açısı verir. Bu şekilde mekanlar arası bir hiyerarşi başlar. Yaşanılan çevreden daha iyisinin ve daha idealinin bulunduğu bir başka yer olduğu düşüncesi yaratılır ve ona ulaşılamaz. Buna örnek taşra-merkez arası gerilimdir. Taşradaki yaşam ve düzen hazır olarak ele alınır ve gitgide sadece varolanın yetersizliğinin hissedildiği bir yer haline dönüşür. Uzakta ve dışarıda olma durumundan merkeze gitme ve ‘yeni’ye ulaşma arzusu gelişir. Nurdan Gürbilek’in ‘taşra sıkıntısı’ tanımı ise şöyledir: “taşra sıkıntısı adını verelim buna; taşra sözcüğüne yalnızca mekana ilişkin bir anlam yüklemeden, yalnızca köyü ya da kasabayı kast etmeden; onları da, ama onların ötesinde, şehirde de yaşanabilecek bir deneyimi; bir dışta kalma, bir daralma, bir evde kalma deneyimini, böyle hayatları ifade etmek için”(2010). Merkezden çevreye bakışta ise merkezde olmayan her şey dışlaştırılır ve tek tipte görünür. Uzaklık mekanlara belirli imajlar çizer, bunlara göre merkez de kendisine daha üst noktada gidilecek, ulaşılacak bir yer belirler ve o yere göre taşralaşır. Bu rekabet bir hiyerarşiye dönüşür. Ancak bu şekilde önceden belirlenmiş görüşler, deneyimlenmeden kabul edildiği gerçekliği çoğu zaman şüphelidir. Güncel bir örnek olarak Fatih Akın, ‘Cennet Bahçesindeki Çöp’ adlı Trabzon’un Çamburnu köyünde bir çöp alanı oluşturulmasına karşı köydeki halkın direnişini konu aldığı son filminin gösterimindeki açıklamaları gösterilebilir. Akın, “İstanbul dışındaki diğer bölgelerin geri kalmış olduğu şeklindeki klişelerin doğru olmadığını ve İstanbul ile Trabzon arasında olumsuz yönde bir fark olmadığını anladığını ve artık bunu fark olarak bile tanımlamak istemediğini” söyledi(2012). Bu açıklama bir yandan İstanbul dışındaki yerler üzerine oluşmuş genel ve çoğul görüşü gösteriyor ve diğer yandan da bu mesafeyi aşmak için filmi bir araç olarak gösteriyor. Kentler için imge, içine girilmeden ele alındığında alternatifiyle karşılaştırılarak veya silüet ve manzaralarla yaratılır. İçine girildiğinde ise eğer büyük bir şehirse- şehrin başka bir yerini aramaya, tamamen farklı bir yerse tanıdık bir iz aramaya dönüşür. Daha küçük şehirlerde ise yer belirleme ve durağan döngünün içinde dolanmaya dönüşür ve dışarıda başka yerler olduğunun bilinci sürekli var olur. Taşraya atfedilmiş olan bu ‘sıkıntı’ ve içine sığamama durumunun benzer şekilde büyük şehirlerde de kendini göstermesi bu sorunun kaynağının ‘dışarı’lıkta görülmesi düşüncesini çürütür. Sorun genel olarak mesafeyi kullanma veya kullanmadan kabullenme meselesi olsa da bir taraftan da fazla uzakta kalma nedeniyle mesafesiz bir şekilde başka bir boyuta taşınır. Ve bu, her türlü bakış açısını engellemeye götürür.

 

Sonuç olarak, bakış açıları, üretim süreçleri, söylemler, eleştiriler, duruşlar, perspektifler mesafe kavramı üzerinden çok farklı şekillerde değerlendirilebilir ve karşılaştırılabilir. Ancak her koşulda belirli bir uzaklığa çekilmek bir ‘aura’ yaratır. Auranın oluşumu ve değerlendirilmesinin incelenmesinin yanında tek ve ortak bir aura olmaması, auranın değişime uğraması ve farklı bağlamlarla etkileşime geçmesi de göz önünde tutulmalıdır. Bu değişim kontrolsüz olarak kabul edilmemeli, sadece sunulan mesafeyle yetinilmemelidir. Sabit olan her şeyin katı bir şekilde iktidarlaşması ve çevresindekileri içine çekerek hapsetmesi kaçınılmazdır. Buna karşı Deleuze’un kaygan zemin tanımında olduğu gibi farklı ‘oluş’lara olanak tanıması açısından sürekli hareket halinde olanın ‘olduğu yere çökmeyen bir yapılaşma’ kurması çok daha güçlüdür(1996). Bu bakımdan mesafe, sadece bir bakış açısı ya da imge yaratmaktan öteye geçerek bir denge ve temsil aracına dönüşür.

 

KAYNAKÇA

 

Adorno, T.W., (1998) Minima Moralia, Metis, İstanbul, sf.257

Adorno, T.W., (2003) “Kültür Endüstrisini Yeniden Düşünürken”; Cogito, sayı:36, sf.76-83

Barthes, R., (2006) Roland Barthes, YKY, İstanbul, sf.127

Dellaloğlu, B.F., (2003) “Bir Giriş: Adorno Yüz Yaşında”; Cogito, sayı:36, sf.28-34

Deleuze, G.&Guattari F., (1996) Felsefe Nedir?, YKY, İstanbul

Ginzburg, C., (2009) Tahta Gözler, Metis, İstanbul, sf.153-154

Gürbilek, N., (2010) Yer Değiştiren Gölge, Metis, İstanbul, sf.34

Pamuk, O., (1994) Yeni Hayat, İletişim, İstanbul, sf.7, 10, 12

Parcell, S., (1994) “The Modern Magic of the Panorama”; in Chora Volume One, Intervals in the Philosophy of Architecture, A. Perez Gomez&S. Parcell(ed.s), McGill-Queen’s University Press, Montreal, sf.168-187

‘İstanbul Trabzon arasında fark yok’ (2012, 21 Mayıs), Hürriyet, sf.2

Yorum bırakın